Zeytine Miletos’tan efsaneler hediye etmek ya da efsane yazmak zorunda kalmak
Zeytin camiasında olanlar, eşim İlknur Hanım’ı yakından tanımasalar da zeytinyağı kalite yarışmalarının ödül törenlerinde ‘Zeytinseli’ markası adına kurum kurum kurularak madalya alışlarından hatırlayabilirler. İlknur Hanım bir gün beni karşısına alıp… “Zeytin sayıklamaların neyse de artık şu ‘Selene’ sayıklamalarını anlatsan iyi olacak. Her gece ‘Selene’ sayıklıyorsun. Yeter artık, ya ‘Selene’ ya da ben” diye çıkışınca artık bir açıklama yazmak şart oldu. Aşağıda açıklayacağım üzere, İlknur’un gazabı, Zeus’un gazabından şiddetli olabilirdi. 1995 yılı başlarında Didim’e yerleştim. Bütün Ege’de olduğu gibi Didim’de de zeytin ağaçları vardı. Zeytinlerle ilgilenmeye, dostluklar kurmaya başladım. Git gide zeytinleri daha çok seviyordum. Çukurova’da bir şeyi aşırı sevip tutku haline getirmeye ‘delisi tuttu’ tabirini kullanırlar. Beni de zeytinin delisi tutmuştu. Elime geçen paralarla tarlalar alıyor, deli gibi zeytin fidanları dikmeye çalışıyordum. Arkama dönüp baktığımda 10 binden fazla fidan diktiğimi gördüm. ‘Eynime Melami hırkasını giymiş’ olduğumdan, tapuyla, şirketle, markayla ilgilenmedim. Onlar İlknur Hanım’a aitti. Zeytinlere hem dost, hem de sahip olunmazdı. Zeytinlerle dostluklarımı yazmak nereme yetmiyordu?
BAFA GÖLÜ’NE EFSANELER HEDİYE ETMEK
1. BAFA GÖLÜ’NÜN TUZLULUK EFSANESİ Bafa Gölü, bütün tarih boyunca çevresinde yaşayan halkın hayatında etkili olagelmiştir. İlk tanıştığımda beni de çok şaşırtmıştı. Üç tarafı Beşparmak Dağları ile çevrili kıyıları alabildiğine zeytinlikti. Yaz sonuydu. Güney kıyıları boyunca kayalıklara tutunmuş zeytinliklerin içinde uzanan yol, yanı başındaki gölle buluşunca arabadan inip elimizi yüzümüzü yıkamak istedik. O da ne? Bu gölün suyu en az deniz suyu kadar tuzlu değil miymiş?
EFSANE Mİ, GERÇEK Mİ?
Akbük Koyu ile Bafa Gölü arasında birdenbire Karadiken Dağları yükselmektedir. İddiaya göre, deniz suyu ile göl suyu bu dağın altından bir yol bulup birleşiyormuş. Bu yüzden Bafa Gölü’nün suyu, deniz suyu ile her zaman aynı tuzluluktaymış. Bu tuzluluk öyküsü hem gerçek dışıydı, hem de pek yavandı. Ben de oturup ‘gerçeğini’ yazayım bari dedim.
BUYRUN ‘GERÇEK’ EFSANEYE
Söke Ovası, Heraklia-Pirene-Milet üçgeninde kocaman bir denizken, Milet’in batısında, şimdiki Batıköy’den batıya doğru uzanan tepeler ise Lade Adası’nı oluşturuyordu. Menderes Nehri o çağlarda Ege Denizi’ne pırıl pırıl tatlı sularıyla beraber, pırıl pırıl alabalıklar da taşımaktaydı. Menderes kışlardan bir kış, bardaktan değil, kovalardan boşanırcasına yağan yağmurlarla Ege’ye bulanık, çamurlu seller sular getirdi. Ege buna çok kızdı. Menderes’le Ege arasında asırlar süren bir kavga başladı. Menderes toprak ve çamur getirdikçe Ege geriye çekildi. Heraklialı zeytinciler, zeytinlerini Ege’nin tuzlu sularıyla salamura etmekteydiler. Ege’ye, “Bizi bırakıp gidiyorsun, bari bize biraz tuzlu su bırak” dediler. İyi kalpli Ege, Heraklialı zeytincileri kıramadı ve Bafa Gölü’nü sonsuza kadar tuzlu kalacak şekilde mayalayıp öyle çekildi. İşin ‘gerçeği’ bundan ibarettir.
2. SELENE EFSANESİ
“Çok eski zamanlarda Bafa Gölü kıyılarında, Beşparmak Dağları eteklerinde ‘Endymion’ adında bir çoban yaşarmış. Yapayalnız keçilerini güdermiş. Bu çoban öyle bir kaval çalar, öyle bir kaval çalarmış ki; kurt, kuş, börtü böcek ne varsa aşka gelirmiş. Kral Tanrı Zeus’un bir kızı varmış, ‘Selene’ diye… Ay Tanrıçası. O Selene, bu çobana âşık olmuş. Ne zaman kavalın sesini duysa, bütün işini gücünü bırakır, soluğu çobanın yanında alırmış. Işığıyla onu sarar sarmalar, aydınlatırmış. Diğer tanrılar Selene’ye çok kızmışlar. Kral Tanrı Zeus’a çıkıp, “Bak kızına sahip çık, valla namus elden gitti, senin kız habire bir ölümlüyle sevişip duruyor” diye şikayet etmişler. Zeus, kızının çobana çok âşık olduğunu görünce çobanı öldürmeye kıyamamış. N’ediyim, n’ediim diye düşünürken, onu ölümsüz bir uykuya yatırmış. Onu Beşparmak Dağları’ndaki bir zeytinin kovuğuna saklamış. İşte o gün bu gündür, Ay Tanrıçası Selene buralarda böyle tabak gibi doğar, geceyi gündüz yapar, o garip çobanını ararmış.”
EFSANEDEN EFSANE ÇIKARMAK / EVLİLİĞİMİ NASIL KURTARDIM?
“Hazreti şahın avazı / Turna derler bir kuştadır / Asası Nil deryasında / Hırkası bir derviştedir.” Peki, ‘Endymion’ şimdi hangi zeytin ağacının bedenindeydi? Bu soru çok önemliydi. Efsaneyi öğrendikten sonra her dolunayda kendimi Bafa Gölü’nde, dolunayın yakamozlarını seyrederken bulmaya başladım. Gündüzleri ise Beşparmak Dağları’ndaki bütün zeytinlere tek tek bakıyordum. Uzaktan uzağa bir kaval sesi işitiliyordu. Eş, dost benim için hayli endişelendiler. Ama ‘Selene’ benim neyin peşinde olduğumu biliyordu. Acaba ‘Endymion’ hangi zeytin ağacının bedenindeydi? Bu durum mevsimler boyu sürdü gitti. Derken bir gece Selene’nin yakamozlardan şöyle fısıldadığını duydum: “Ey ölümlü! Endymion’u tek bir zeytin ağacında arama, Endymion hakkını vererek bakımını yaptığın ve hakkıyla sevdiğin her zeytin ağacının bedenindedir.”
ENDİ’NİN MEZARINI TAŞTAN OYMAK / EFSANEYE SU KATMAK
Strabon, ilkçağın ciddiye alınan tarihçi ve coğrafyacılarından biridir. Strabon, bizim Endymion’un (eğer aynı kişiyse) mezarının zeytin ağacı gövdesinde değil de bir mağarada olduğunu iddia ediyor. Aşağıdaki tespitleriyle bizim güzelim efsane keyfimizi altüst etti: “…Grion Dağı, Heraklia’nın yukarısında uzanır. Bunun biraz ötesinde, Latmos’un yanında küçük bir ırmağı geçtikten sonra, bir mağara içinde Endymion’un mezarı görülür.” (Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, İstanbul, 2009, sf: 187) Endi’nin mezarı mağaradaymış. Koskoca Zeus, Selene ve ben yalan mı söylüyoruz yani? Siz ne dersiniz?
Comments