Bafa Gölü, bütün tarih boyunca çevresinde yaşayan halkın hayatında etkili olagelmiştir.
İlk tanıştığımda beni de çok şaşırtmıştı.
Üç tarafı Beşparmak Dağları ile çevrili kıyıları alabildiğine zeytinlikti.
Yaz sonuydu.
Güney kıyıları boyunca kayalıklara tutunmuş zeytinliklerin içinde uzanan yol, yanı başındaki gölle buluşunca arabadan inip elimizi yüzümüzü yıkamak istedik.
O da ne?
Bu gölün suyu en az deniz suyu kadar tuzlu değil miymiş?
EFSANE Mİ, GERÇEK Mİ?
Akbük Koyu ile Bafa Gölü arasında birdenbire Karadiken Dağları yükselmektedir.
İddiaya göre, deniz suyu ile göl suyu bu dağın altından bir yol bulup birleşiyormuş.
Bu yüzden Bafa Gölü’nün suyu, deniz suyu ile her zaman aynı tuzluluktaymış.
Bu tuzluluk öyküsü hem gerçek dışıydı, hem de pek yavandı.
Ben de oturup ‘gerçeğini’ yazayım bari dedim.
BUYRUN ‘GERÇEK’ EFSANEYE
Söke Ovası, Heraklia-Pirene-Milet üçgeninde kocaman bir denizken, Milet’in batısında, şimdiki Batıköy’den batıya doğru uzanan tepeler ise Lade Adası’nı oluşturuyordu.
Menderes Nehri o çağlarda Ege Denizi’ne pırıl pırıl tatlı sularıyla beraber, pırıl pırıl alabalıklar da taşımaktaydı.
Menderes kışlardan bir kış, bardaktan değil, kovalardan boşanırcasına yağan yağmurlarla Ege’ye bulanık, çamurlu seller sular getirdi.
Ege buna çok kızdı.
Menderes’le Ege arasında asırlar süren bir kavga başladı.
Menderes toprak ve çamur getirdikçe Ege geriye çekildi.
“Hazreti şahın avazı / Turna derler bir kuştadır / Asası Nil deryasında / Hırkası bir derviştedir.”
Peki, ‘Endymion’ şimdi hangi zeytin ağacının bedenindeydi?
Bu soru çok önemliydi.
Efsaneyi öğrendikten sonra her dolunayda kendimi Bafa Gölü’nde, dolunayın yakamozlarını seyrederken bulmaya başladım.
Gündüzleri ise Beşparmak Dağları’ndaki bütün zeytinlere tek tek bakıyordum.
Uzaktan uzağa bir kaval sesi işitiliyordu.
Eş, dost benim için hayli endişelendiler.
Ama ‘Selene’ benim neyin peşinde olduğumu biliyordu.
Acaba ‘Endymion’ hangi zeytin ağacının bedenindeydi?
Bu durum mevsimler boyu sürdü gitti.
Derken bir gece Selene’nin yakamozlardan şöyle fısıldadığını duydum:
“Ey ölümlü! Endymion’u tek bir zeytin ağacında arama, Endymion hakkını vererek bakımını yaptığın ve hakkıyla sevdiğin her zeytin ağacının bedenindedir.”
ENDİ’NİN MEZARINI TAŞTAN OYMAK / EFSANEYE SU KATMAK
Strabon, ilkçağın ciddiye alınan tarihçi ve coğrafyacılarından biridir.
Strabon, bizim Endymion’un (eğer aynı kişiyse) mezarının zeytin ağacı gövdesinde değil de bir mağarada olduğunu iddia ediyor.
Aşağıdaki tespitleriyle bizim güzelim efsane keyfimizi altüst etti:
“…Grion Dağı, Heraklia’nın yukarısında uzanır.
Bunun biraz ötesinde, Latmos’un yanında küçük bir ırmağı geçtikten sonra, bir mağara içinde Endymion’un mezarı görülür.”
(Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, İstanbul, 2009, sf: 187)
Endi’nin mezarı mağaradaymış.
Koskoca Zeus, Selene ve ben yalan mı söylüyoruz yani?